Ülkemizde giderek artan kadına yönelik şiddet olaylarına bir yenisi daha eklendi. Sinem, hayatının son yıllarını kocasıyla geçirdikten sonra, yaşadığı baskı ve tehditlere dayanamayarak koruma amacıyla bir uzaklaştırma kararı aldırdı. Ancak bu adım, ne yazık ki onu kurtaramadı. Katili, balkondan tırmanarak evine giren eski eşi, Sinem’in hayatını sona erdirdi. Bu olay, sadece bir kadının trajik ölümü değil, aynı zamanda toplumun şiddetle mücadelesindeki boşlukları da gözler önüne serdi.
Uzaklaştırma kararları, kadınların maruz kaldığı şiddet ve tehditlere karşı bir tür koruma sağlar. Ancak bu kararların etkisi, her zaman beklenildiği gibi sonuçlanmaz. Sinem’in başvurusu, mahkemeden olumlu yanıt almış ve kocası, sahip olduğu hakların kısıtlandığına dair bir karar verilmişti. Ancak ne yazık ki, uygulamada yaşanan zorluklar ve sistemin eksiklikleri, bu kararların etkinliğini sorgulatıyor. Sinem’in şikayetlerine rağmen, koruma mekanizmalarının yeterince güçlü olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Uzaklaştırma kararları, genellikle fiziksel şiddet olayı gerçekleşmeden önce alınsa da, failin bu kararlara ne kadar saygı göstereceği büyük bir soru işareti. Sinem’in eski eşi, mahkeme kararını hiçe sayarak geri dönmüş, ve trajik bir şekilde Sinem’i yaşamdan koparmıştır.
Sinem’in yaşamını yitirmesi, yalnızca onun kaderi değil, aynı zamanda kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetin toplumda nasıl bir algı oluşturduğunun da bir yansıması. Her yıl binlerce kadın, benzer durumlarla karşı karşıya kalmakta ve hayatlarından endişe etmekte. Bu durumu değiştirmek için toplumsal duyarlılık, politika ve yasa değişiklikleri şart. Öncelikle, kadınların yaşadığı mağduriyetleri dinlemek ve desteklemek için güçlü bir farkındalık kampanyası yürütülmesi gerekiyor. Medya, sivil toplum kuruluşları ve devlet, bu konuda ortak bir çatı altında toplanarak konunun üzerine gidilmelidir. Ayrıca, uzaklaştırma kararlarının uygulanması ve denetimi konusunda daha etkili yöntemler geliştirilmelidir. Kadınların hakkını savunmak, sadece bir cinsiyet meselesi değil, tüm toplumların görevidir.
Okumakta olduğunuz bu trajik olay, acilen ele alınması gereken bir sorun olduğunun altını çizmektedir. Sinem'in hikayesi, ne yazık ki sona erdi fakat benzer olayların yaşanmaması için toplumun, yasaların ve kurumların harekete geçmesi gerektiği gerçeğini gözler önüne seriyor. Kadınların güvenliği için mücadele etmek, yalnızca kadınların değil, hepimizin sorumluluğudur. Şiddetin her türlüsüne karşı çıkmak ve kadınları koruma altına almak, hepimizin ortak görevidir. Kadına şiddetle mücadelede, sadece yasalar değil, toplumsal bilinç de kritik bir rol oynamaktadır. Sinem’in ölümünden çıkarılacak dersler ile yeni hayallere yelken açmayı umuyoruz.